Birinci dünya savaşı Rus, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı hanedanlıklarının
sonu oldu ve toplam 9 buçuk milyon insanın hayatına mal oldu. İkinci dünya
savaşı 65 milyon insanın ölümüne ve sonrasında iki süper güç Amerika ve
Sovyetler Birliği öncülüğünde çift kutuplu bir dünyanın başlangıcı oldu. Üçüncü dünya savaşı
ise hem ölü sayısı olarak hem de yıkım olarak tarihin hiç görmediği kadar derin
bir yıkım yarattı. Savaş başlamadan önce dünya nüfusu 9 milyardı. Savaş sonrası
sadece 1 milyar insan kaldı.
Savaş ilk başladığında hiçbir ülke nükleer güç kullanmaya
yanaşmadı. Ancak savaşın ikinci yılında Kuzey Kore’ nin Japonya ya attığı
nükleer bomba savaşın seyrini değiştirdi. Birleşik devletler, Rusya, Çin,
İsrail, Pakistan, Hindistan, İngiltere ve Fransa ellerinde olan nükleer bombaları
kullanmaya başladı. Okyanusya kıtası hariç nükleer bombanın düşmediği bir kıta
kalmadı. Bazı şehirler toz ve dumandan günlerce karanlık kaldı. Düşen bombalar
sonrası insanlar sağ kalsa bile birkaç saat içinde ciğerlerine sinen gazdan
dolayı hayatlarını kaybettiler.
Sokaklar bomboş. Nüfusu 100 milyon altında kalan hiçbir
devlet varlığını sürdürememekte. Kendini güçlü gören sokak çeteleri insanların
elinde ne varsa toplamakta ve kendilerince asayişi sağlamaktalar. Çoğu insan bu
çetelerden kaçmak için metro istasyonlarında ve raylarda yaşamaktalar. Sokaklarda
gezerken her yerde ceset görülmekte bazen de o anda intihar etmeye çalışan
insanlarla karşılaşılmakta. Çoğu insan inancını kaybetmiş durumda ve gelecekten
umudu kalmadı.
Dünya kaç yıl geriye gitti tam olarak bilemiyorum. Einstein’
ın dediği gibi “üçüncü dünya savaşı nasıl olacak bilmiyorum ancak dördüncü
dünya savaşı taşlarla ve sopalarla olacaktır”. Şu an orta çağı yaşıyoruz desem
yanlış olmaz. Elektrik, telefon ve internet yok. İnsanların en büyük ihtiyacı
temiz su. Bu kadar kirlilik sonrası temiz su bulabilmek bir mucize. Neredeyse
bütün barajlar kirlenmiş durumda ve sadece yeraltı suları olan tulumbalardan
içilebiliyor. Tulumbaların etrafında da metrelerce kuyruk ve sürekli kavga var.
Yaşamak için umutlar yavaş yavaş azalmakta. Eski günlerimize ne zaman dönebiliriz
bilmiyorum. Telefon, elektrik ve internet kullanmak bir hayal gibi duruyor.
Belki elektriğin nasıl üretildiğini biliyoruz ancak kimse üretmek için bir
çabada bulunmayacaktır. Çünkü temel ihtiyacımız yiyecek, içecek ve barınma.
Bunlar olmadan başka şeylerin pek bir önemi bulunmuyor.
Savaşın sonlarına doğru, Okyanusya kıtasına doğru bazı ultra
zenginlerin taşındığını duymuştuk. Norveç Svalbard adasında, savaş öncesi her
tohumdan örneklerin olduğu bir merkez inşa edilmişti. Bu tohumları da alarak
zenginlerin kendilerine yeni bir dünya kuracaklarını düşünüyorum. Belki belli
bir doygunluğa ulaşırlarsa dünyanın diğer taraflarını da faydaları dokunur. Bu
insanların desteği haricinde, hangi ülkeler daha hızlı medeniyeti yakalar diye
düşünmüyor değilim. Galiba savaşmayı iyi bilen ülkeler daha hızlı medeniyeti
yakalayacaktır. Bugüne değin, ne kadar teknoloji ilerlemesi yaşandıysa hep savaşlar ile ivme kazanmıştır.
Savaş öncesi karşılaştırma yapılabilecek başka bir şey ise
din. Artık kimsenin din ile alakalı konuştuğunu duymuyorum. Galiba çoğu kişi
inancını yitirdi. Savaş başlamadan önce Müslümanlar ve Hristiyanlar bir kutup
olarak ayrışmıştı. Yahudiler her zamanki gibi işlerine gelen Hristiyanlar ile
ortak hareket ettiler. Ama bugün kimsenin din üzerine konuşacak bir hali
kalmadı. Bu kadar yıkıcı bir sonucu Kuran-ı Kerim asırlar önce bildirmişti. Eminim ki İsra suresi 58. Ayet gerçekleşmiş oldu.
“Hiçbir memleket yoktur ki, Biz onu kıyamet gününden önce
helak etmeyelim veya şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım; Kitab' da bu
yazılı bulunuyor.” İsra-58